Budapeşte'de 3 gün

Salzburg'tan erkenden yola çıktıktan sonra öğle saatlerine doğru Budapeşte'ye varıyoruz. Budapeşte'nin tren garı oldukça şehir merkezine yakın yine. Oradan otobüse atlayıp hostelimize ulaşıyoruz. Hostelimiz gerçekten mükemmeldi. Eğer bir hostel arıyorsanız burayı öneriyorum kesinlikle! Otelden farkı yoktu diyebilirim. İki odalı ensuite'de kaldı iki odanın sadece tuvaletleri ortak. Odalarsa tertemizdi. Sanırım yeni faaliyete geçen bir hostel. Aynı zamanda aşağıda bir de mutfak mevcut. Her türlü mutfak araç gereci bulunuyor. İsterseniz kahvaltı isterseniz akşam yemeği her türlü şeyi yapıp yiyebilirsiniz. Biz süt ve mısır gevreği alıp dolaba koymuştuk.. 

Hostelimiz: Maverick City Lodge


Eşyalarımızı bıraktıktan sonra yine zaman kaybetmeden küçük bir şehir turu atıyoruz. Hostel zaten alışveriş caddesine çok yakındı o yüzden ilk oraya gittik. Çok güzel bir kafede tatlı ve kahve keyfi yaptık. Anna Cafe'ye yolunuz düşerse uğramanızı öneririm!



                  Bu cadde uçsuz bucaksız. Bilindik markalardan hiç duymadığınız değişik markalara kadar her şeyi bulabilirsiniz. Aynı zamanda burada souvenir shop'lar da bulunuyor. Budapeşte tanıdıklarınıza hediye almak için ideal bir yer; çünkü çoğu şehre göre daha ucuz. O nedenle bu caddedeki pasaj tarzı yerlere girebilirsiniz. Oralarda bir çok hediyelik eşya mağazası olduğunu göreceksiniz. Caddeyi yürürken nehre ne kadar yakın olduğunuzu fark edeceksiniz. Kolayca nehir kenarına inebilirsiniz. Bir akşamınızı değerlendirmek için en güzel seçenek gemi turu. Kesinlikle yapmalısınız. İster gün batımında ister gece. Biz gece turu satın aldık ve şehrin gece manzarasını gördük. Nehir kenarından kalkan çok tur var ve fiyatları aldığınız pakete göre değişiyor. Bizim bindiğimiz tur Blue Danube adlı turdu ve kişi başı 5900 HUF ödedik yani yaklaşık 60tl'ydi. 1 saat sürüyor tur ve size kulaklıklar aracılığıyla bir çok dilde (Türkçe de dahil) şehirdeki önemli yerleri ve şehrin tarihi anlatılıyor. Şampanya ikramı da ayrı keyif veriyor! Bu keyfi tadmadan Budapeşte'den dönmeyin derim!



Bugünü böyle bitirdik. Ertesi gün ilk iş free walking tour'a katılmaktı. Budapeşte'de free walking tourlar hostellerin resepsiyonundan başlamıyor. Seçtiğiniz tur kategorisine göre belirli saatlerde şehrin belirli noktalarında buluşuluyor ve oradan hareket ediliyor. Ana olarak 4 çeşit walking tour var; Budapest Tour (genel şehir turu), Jewish Legacy (Yahudilerin tarihi), Red Budapest (Budapeşte'de Kommunizm), Bath&The City(Ünlü hamam ve şehir turu) ve Backpacker Pub Crawl (barları gezen tur). Biz yalnızca Budapeşte turuna katıldık vaktimiz olmadığından diğerlerine katılamadık; ancak uzun süre kalıyorsanız bunlara da katılmak iyi bir fikir olabilir. 

Tur St. Stephans Basilica'yla başladı. Şehrin en yüksek yapısı burası ve içinde Budapeşte kralının eli bulunuyormuş (the Holy Hand). 


Hemen karşısında da bir polis heykeli göreceksiniz. Bu heykelin komik tarafı bazı kısımlarının sararmış olması. Tur rehberimizin söylediğine göre bıyığını ya da göbeğini okşayan kişinin dileğinin gerçekleşeceğine inanılırmış.


Buradan devam ederek Erzsebet Ter (Elizabeth Meydanı)'e ulaşıyoruz. Bu kilit inancı tüm Avrupa'yı sarmış gibi sanki; çünkü burada da bir metal parçasına kilitlenmiş bir çok kilit gördük. 

Burada aynı zamanda 2013'te faaliyete geçmiş Budapest Eye'ı görebilirsiniz. Aynı zamanda bu bölge çok ünlü Budapeşte Festivali'nin yapıldığı bölge olarak biliniyor. Budapeşte festivalı Avrupa'nın en ucuz festivali ve Ağustosun 2. haftası gerçekleşiyor. Çoğu şehirden ve ülkeden Budapeşte'ye gelen oluyormuş o dönemde. Budapeşte dönme dolabı aynı zamanda en büyük taşınabilir dönme dolap olarak da ün salmış. Bizim ne yazık ki binme ve şehir manzarasını en tepesinden çekme imkanımız olmadı.. 


Yürüyerek nehir kenarına ulaşıyoruz ve burada sarı hat olarak bilinen Budapeşte'nin en eski tramvay hatlarından birini görüyoruz. Hala faaliyette ve tam nehir kenarından yol alıyor.

Daha sonra Peşte tarafını bırakıp Buda tarafına doğru aslanlı köprüden (Chain Bridge) doğru yolumuza devam ediyoruz. Köprülerde çok fazla gasp olayı olduğundan yürüyrek geçiyorsanız eşyalarınıza dikkat edin mutlaka. Rehberimiz özellikle uyardı bizi. 

Ayrıca bu köprünün bir de değişik hikayesi var. Bu köprüyü yapan mimar köprüde ufacık bir hata bile bulunursa intihar edeceğini iddia etmiş, kendine güveniyormuş. Ünlü mimarlar, bir çok insan incelemiş; ancak kimse köprüde hata bulamamış. Daha sonra köprüden geçen bir çocuk "Bu aslanların dili nerede?" diyince köprüdeki tek hata da bulunmuş ve mimarı intihar etmiş. Gerçekten bakarsanız aslanların dilsiz olduğunu göreceksiniz.

Buda tarafı Peşte'ye kıyasla daha tarihi ve sıkıcı taraf olarak biliniyor. Bu nedenle de kiraların ve ev fiyatlarının daha ucuz olduğunda bahsetti rehberimiz. İlk olarak yürüyerek Budapeşte Kalesi'ne ulaşıyoruz. Kale yolculuğu biraz tırmanışlı oluyor; ancak manzara bunu telafi ediyor. Şato gibi gözüken bir kale Budapeşte Kalesi. 

 Tuna Nehri'ni ve ihtişamlı Parlamento Binası'nı buradan görebilirsiniz.


Bunun dışında kalenin içerisinde çok fazla bir şey yok. Dikkati çeken bir de yanındaki Matthias Kilisesi. Çoğu düğünün burada yapıldığını öğreniyoruz. Kilise de kendine hayran bırakıyor.

Tur burada bitiyor. Kalenin yakınlarındaki bir restoranda Gulaş Çorbası içiyoruz. Bu da Budapeşte'de mutlaka yapılması gerekenlerden. 

Daha sonra internetten gördüğümüz bir hastane müzesini gezmeye gidiyoruz. Bu hastane II.Dünya Savaşı sıralarında yaralanan askerleri tedavi etmek amacıyla bir kayanın içine inşa edilmiş. Böylece bombalamalara maruz kalmadan varlığını koruyabilmiş. Savaş bittikten sonra uzun yıllar boyunca hastaneye bir aile bakmış ve çocuklarını dahi burada büyütmüşler; belki bir gün hastane tekrar faaliyete geçer diye. Bu nedenle şuanda orjinalliğini hala korumakta. 


Bu turdan sonra yürüyerek hostelimize geri dönüyoruz. Sahil kenarında güzel bir yürüyüş oluyor bu da.. Gün batımını köprüden seyrettik, çok keyifliydi!

Ertesi günümüzü şehrin turistik merkezine biraz uzakta kalan Budapeşte Hamamları'nı gezmeye ayırıyoruz. Hava çok sıcak olursa yanınızda mayonuzu da götürmenizi öneririm. Böylece içeri girip serinleyebilirsiniz. Biz sadece dışardan gördük. Çok kalabalıktı; ancak görebileceğiniz en büyük hamamdı diyebilirim. Dışardaki havuzu serinlemek amaçlı soğukmuş. Onun dışındaki tüm hamamlar sıcak.


Buradan yakındaki Kahramanlar Meydanı'na gidiyoruz. Budapeşte'nin simgesi haline gelmiş bu meydanı da görmeden olmazdı.

Bu kısmı gezdikten sonra Gül Baba Türbesine görelim dedik ve oraya doğru yola koyulduk. Gül Baba türbesi çok da turistik bir yer değil. Eğer vaktiniz yoksa listenizden çıkarabilirsiniz. Buda tarafından bulunuyor ve biraz sokak arasında. 


Gül Baba türbesinden sonra dönüşte Margaret Adasına uğradık. Otobüsle buraya gitmek oldukça kolay. Ancak çok yapılacak bir şey yok içinde. Büyük yeşilliklerin olduğu, insanların sıcak ve güneşli günlerde bikinileriyle uzanıp güneşlendiği ve kitap okuduğu bir yer.. Bisiklet sürerek huzurlu bir gün geçirmek veya piknik yapmak isterseniz ideal bir yer. Onun dışında görülecek pek bir şey yok. O nedenle biz oyalanmadan geri çıktık ve Parlamento Binası'na gidip önünden yürüdük. Yakından pek bir şey anlaşılmıyor. Uzaktan daha gösterişli olduğunu itiraf etmeliyim.

Parlamentonun biraz ilerisindeki ayakkabı heykeller beni çok etkiledi. Bu ayakkabılar II.Dünya Savaşı sırasında arkasından ateş edilerek öldürülmüş ve denize atılmış Yahudiler'i simgeliyor. Orada yetişkin ayakkabılarının yanı sıra çocuk ayakkabılarını da görünce yaşanılan acıyı çok derinden hissediyorsunuz..


Budapeşte'de yapamadığımıza en üzüldüğümüz şey Citadelle'ye çıkamayışımızdı. Vaktiniz olursa MUTLAKA çıkın. Zaten çoğu gezi blogunda veya tur sitelerinde önerildiğini göreceksiniz. Tepede bulunan Citadelle'ye kolayca toplu taşımayla ulaşabilirsiniz yakınına otobüsler gidiyor. Çok güzel bir manzarası var. Bir daha Budapeşte'ye yolumuz düşecek olursa eğer mutlaka çıkacağız.

Aynı zamanda Budapeşte'nin gece hayatını mutlaka görmelisiniz. Hostelimiz çoğu bara yakındı, hatta barlar sokağına yakındı. O nedenle her gece o kalabalığın içinden yürüyorduk. Çok yorulduğumuz için barlarda takılma fırsatımız olmadı. Sadece bir içki içebildik. Siz çok yorulmadığınız bi akşamı buna ayırabilirsiniz.. Budapeşte barlarıyla ve gece hayatıyla çok ünlü bir şehir. 

Biz Budapeşte'yi gezerken Budapeşte Card almadık. Daha çok müze gezmeyi seven insanlara yönelik bir kart. 8 adet müzeye bedava giriş imkanı, 2 adet bedava yürüme turu ve toplu taşıma da indirim imkanınız oluyor. İsterseniz bu kartı 24€ civarında bir fiyata alabilirsiniz.

Budapeşte turumuzu da burada bitirip ertesi gün artık özlediğimiz evimize dönüyoruz.. Gördüğümüz bu güzel şehirleri de hatıralarımızın en güzel yerine ekliyoruz..

Salzburg

Geri Attneng-Pucheim'a OBB Intercity ile dönüp oradan tekrar OBB'ye binip Salzburg'a doğru yola çıkıyoruz. Akşamüstü Salzburg'a varıyoruz ve hostelimize doğru yola koyuluyoruz. Tren garı şehir merkezine ve hostelimize yakın olduğundan yürüyerek hostelimize gidiyoruz. Burada "Yoho International Youth Hostel" de kaldık. Viyanadaki hostelimize göre daha az komforlu bir odada kaldık; çünkü yer kalmamıştı. Ancak merkezilik ve kahvaltı olarak güzel bir hosteldi. Salzburg'ta uzun kalınmayacaksa burası tercih edilebilir. 

Yine geç bir saatte geldiğimizden kısa bir akşam turu yaptık ve şehri gece tanıma imkanı bulduk. 








Akşam hostelin bize önerdiği Pasta&Vino adlı bir restoranda yemek yedik. İtalyan restoranıydı ve geç saatte açık olan tek yerlerdendi o yüzden burada yemek zorunda kaldık. Yemekleri güzeldi; ancak eminim daha güzel seçenekler de vardır.. İyice araştırın derim.












Salzburg'ta gezinti yapacaksanız eğer MUTLAKA Salzburg Card almanızı öneririm. Bu kart yaklaşık 10-13€. Neredeyse tüm müzelere giriş yapabiliyorsunuz ve aynı zamanda da bot turu da dahil. Biz sabah ilk iş hostelimizden bu kartı aldık .Daha sonra saraylara doyamadığımız için Mirabell Palace'a gittik. Buranın içine girip gezme imkanınız yok çünkü şuanki parlemento binası olarak kullanılıyor. Ancak dışarıdan görüp güzel bahçesinin gezebilirsiniz. 


Buradan sonra Mozart'ın doğduğu ve yaşadığı evi görmeye karar verdik. Salzburg'ta doğmuş, büuümüş ve eserler yazmış bu büyük sanatçının kemanının, piyanosunun sergilendiği ve yaşam öyküsünün anlatıldığı bu müzeleri mutlaka gezmenizi öneririm. Bu müzelere de diğerleri gibi Slazburg Card ile giriş yapabiliyorsunuz. Mozart'ın yaşadığı ev alışveriş caddesinde yer alıyor. Doğduğu ev ise köprünün diğer tarafında bulunmakta. İki müzede de farklı ve etkileyici şeyler göreceksiniz..

Sonraki durağımız Salzburg Kalesi oluyor. Yine tepede bulunan bu kaleye finüküler yardımıyla ulaşıyoruz. Salzburg Card ile yine buna da bedava binebilirsiniz. 


Kalenin içinde görülecek ya da gezilecek çok bir şey yok. Ancak mükemmel manzarası için mutlaka çıkmalısınız. 


Kaleye çıktığınızda zaten ilk göreceğiniz şey köşedeki masalarıyla mükemmel manzaraya sahip bir restoran olacak. Mutlaka kenarda oturup yemek yemenizi ya da bir şeyler içmenizi öneririz. Salzburg'un en keyifli anlarından biri...


Karşıya geçmişken Hellbrunn Palace'ı da görmeye gidelim diyoruz. Bunun için mutlaka toplu taşıma kullanmalısınız; çünkü saray biraz uzakta. Bu saray daha çok yazlık saray olarak kullanılıyormuş ve içinde gelen konukları eğlendirmek için çok şaşırtıcı su oyunları veya sadece su mekaniğiniyle çalışan tahta heykeller bulunuyor. Biraz ıslanabilirsiniz, ancak değişik bir izlenim olacağından eminim. Otobüs durağı hemen sarayın kapısında bırakıyor zaten kapıdan belirli saatlerde başlayan turlarla gezebilirsiniz. 


 Burada çok vakit harcamadan turdan sonra çıkıp otobüse binip merkeze geri dönüyoruz. Hava kararmadan kartımızı kullanarak son bot turuna biniyoruz ve Mozart'ın senfonileriyle nehirde tur yapıyoruz. Kaptan ve yardımcıları çok eğlenceli ve sempatiklerdi bu tura da katılmanızı şiddetle öneriyorum. Özellikle son bot turu gün batımına da yakın olduğundan çok güzel bir Salzburg manzarası görebilirsiniz.



Bottan indikten sonra köprüdeki kilitleri incelemeye koyuluyoruz. Paris'teki Pont Des Arts köprüsünü andıran bu  kilitli köprüden de fotoğraf çekmeden ayrılmadık tabii ki..








Artık yavaş yavaş hava kararmaya başladı ve biz de markete uğrayıp birer sandviç ve bira alıp nehir kenarındaki çimliklere kurulduk. Bu çimliklerde günbatımını izlemek mükemmel bir keyifti.. Hava güzelse ve tam bir piknik havası varsa yapmadan dönmeyin deriz!

Sonraki gün erkenden son durağımız Budapeşte'ye doğru yola çıkacağız!

Hallstatt'ta Bir Gün

Bu Viyana-Salzburg-Budapeşte gezisini çoktan planladığım sırada bir arkadaşımın evinde bir puzzle olarak görüp "Aaa.. Burası neresi?" diye araştırmaya başlayıp, hayran kaldığım ve plana dahil ettiğim ölmeden önce görülmesi gereken yerlerin belki de en güzellerinden Hallstatt...

Küçük bir kasaba aslında burası, eskiden ulaşımın bile olmadığı... 
Yaz kış tüm fotoğraflarında insanı hayran bırakan mükemmel doğası ve hayran bırakan cennet görünüşüyle bu güzel kasaba şüphesiz ki bu seyahatimizin EN EN EN güzel durak noktası :)

Sabah erkenden kalkıp kaldığımız hostelden 09.00 civarı otobüse binmek için yola çıktık. (Önceden de bahsettiğim gibi biz Obertraun bölgesinde kaldık-size de şiddetle tavsiye ederim, hem valizlerle Hallstatta geçmek bir hayli zor olacağını düşünüp böyle yapmıştık.) Toplu taşıma süper, zaten bu bölge tamamen turistik. Gezilecek iki ayrı yer var aslında. Biri bölgenin en doruk noktasına ulaştığınız Five Fingers ve biri Hallstatt. Bizim sadece bir günümüz olduğu için Hallstatt'a vaktimiz yetti. Ancak iki gün ayırıp Five Fingers View Point'e de çıkmanızı öneririm. Zira benim aklımda kaldı... Keşke yetişebilseydik.


Otobüsümüz ile Hallstatt merkezine geldik. O kadar küçük bir yer ki bir köşesinden bir köşesine yürümemiz maksimum 20 dk'nızı alacaktır. Şelale seslerinin, güzel küçük ahşap evlerin ve kuş sesleri eşliğinde bu kısacık yolu bol bol fotoğraflayarak yürüdük.

 Yürürken “Kemik Evi” anlamına gelen Beinhaus'u görmeden geçmeyin, tahmin edebileceğiniz gibi kemiklerden inşa edilmiş bir evdi. Yıllar önce sınırlı mezar alanı sebebiyle ölüler geçici olarak gömülür, 10-15 yıl sonra kemikleri toplanıp güneşte beyazlamaları bırakılırmış. Ardından Beinhaus’ta dekoratif şekillerde sergilenirmiş. 70li yıllarda Katolik kilisesi ölülerin yakılmasını onayladıktan sonra bu uygulama durdurulmuş ancak girip fotoğraflayabilirsiniz.


Hallstätter gölünün güney-batı kıyısında yer alan kasaba tarih öncesi çağlardan kalma Dünya tarihinin en eski tuz madenine de ev sahipliği yapıyor. Tuz yıllarca bu bölge insanının geçim kaynağı olmakla kalmamış, ayrıca şu anda da aktif olarak işleyen bir maden olarak varlığını korumuş.Tuz madenine zaman ayırıp gezin. Biz bir tercih yaptık ve dağa çıkmaktansa bu tarihi madeni gezmeye karar verdik. Hemen kasabanın girişinde tuz madeninin gişelerini görebilirsiniz. Biz 26€'ya biletlerimizi aldıktan sonra finüküler ile madenin bulunduğu yüksekliğe çıktık. Buradan manzara çok hoş! (Salzwelten Hallstatt)


Madene çıkan yol biraz meşakkatli olsa da mükemmel bir manzaraya sahip. Güzel bir doğa yürüyüşü yapıp ormanın keyfini çıkarıyorsunuz. 


Madene vardığınızda madenin içindeki soğuktan korunmak için tıpkı bir madenci gibi giyinip, yaz-kış 5-7 derece olan madenin içinde tıpkı bir madenci gibi adım adım yol alıyorsunuz. Ortalama 1,5 saat süren bu serüven bizi çok etkiledi.. Özellikle madenin içindeki kayarak indiğimiz o anları bir daha yaşayacağımızı düşünmüyorum. 















Buradan çıktıktan sonra geldiğimiz yoldan geri yürüyerek finükülere ulaşıyoruz. Burada çok güzel bir manzaranın bulunduğu World Heritage View Point var. Herhangi bir ücret ödemeden eşsiz manzarayı seyredebilirsiniz.

Hemen arkamızda Obertraun bulunuyor. 

Ziyaret etmeden geçmeyin diyeceğimiz noktalardan biri Hallstatt! Hem güzel doğası hem de tarihi sizi bambaşka etkiliyor.. Otelimize dönüp eşyalarımızı aldıktan sonra trenle Salzburg'a doğru yola koyuluyoruz!

Viyana-Obertraun (4.gün)

Seyahatimizin 4.günü biraz daha karma bir gün oldu. Öğleden sonra Obertraun denilen kasabaya doğru yol alacağımızdan Viyana'da son bir sabahımız kalmıştı sadece. Onu da Belvedere Sarayı'nı görerek geçirmek istedik. Sabah kahvaltıdan sonra yürüyerek Belvedere Sarayı'na gitmeye başladık. Giderken yolumuz üstünde Karls Kilisesi'ni gördük. Palmiyeleriyle değişik ve güzel bir kiliseydi. Burada güzel klasik müzik konserleri yapılıyormuş; ancak bizim bilgimiz olmadığından ve vaktimiz kalmadığından gidemedik.

Yolumuza devam ettik; ancak sizin aynı şeyi yapmanızı önermiyorum. Belvedere Sarayı çok da yakın değilmiş hostelimize o nedenle fazla yürüdük ve yorulduk. Mutlaka toplu taşıma kullanmanızı öneririm. Upper ve Lower olmak üzere iki kısımdan oluşuyor saray. Fotoğrafta gördüğünüz Upper Belvedere... Daha büyük olduğundan burayı tercih ettik. Schönbrunn gibi saray odalarını gezeceğimizi zannederken içeride yalnızca sergi olduğunu gördük. Hayalkırıklığı oldu ancak yine de güzeldi. Bu sergide Viyana'nın simgesi diyebileceğimiz Gustav Klimpt'in eserleri bulunmakta.
 
Gustav Klimpt-The Kiss

Vaktiniz varsa en azından dışarıdan görmek için uğramanızı öneririz. (Biletler 14 € civarındaydı ve yine öğrenci seçeneği mevcuttu)

Buradan sonra hostelimize geri döndük ve Hallstatt için ilk durağımız olan Obertraun'a doğru yola koyulduk. Hallstatt'a direkt giden tren bulamadık , o nedenle Obertraun'u tercih ettik. Burada bir gece konaklayıp Hallstatt'a geçebiliriz diye düşündük. 
Tavsiyem bizim yaptığımız gibi önce Westbahn ile Attneng Pucheim'a geçmeniz (20€), oradan da intercity OBB trenine binmeniz (13€). OBB kendi özel kartı mevcut olanlara daha ucuz. Biz bu kartı yalnızca Avusturya vatandaşlarına veriyorlar zannettik o nedenle almamıştık; ancak sonradan öğrendik ki bu kartı biz de 19€ ücret karşılığı alabiliyormuşuz ve %40lık indirimden faydalanabiliyormuşuz. Mutlaka alın; bizim gibi kazıklanmayın derim!
Güzel yeşilliklerin ve nefis doğal manzaralarla bir tren yolculuğu yapıyoruz. Tren yolculukları oldukça kolay ve komforlu geçiyor. Zaten küçük kasabalara trenden başka ulaşım da uzun sürüyor.

Obertraun'da oldukça uygun fiyata Hotel Seerose adlı bir yerde kaldık. Hostel değil otel olduğundan banyosu içerde iki kişilik odada kaldık. Sezon olarak yaz olmadığı için rahatlıkla yer bulduk; ancak yaz sezonunda daha erkenden rezervasyon yaptırmak gerekebileceğini söylediler. Otel sahipleri tarafından işletilen sempatik ve güzel bir oteldi. Kahvaltı dahildi ve çok memnun kaldık. Yalnızca işletenler güzel İngilizce konuşmadığından anlaşmak ya da turistik soru sormak biraz zor oluyordu. Ama imkansız değildi tabii ki.. Buradan otele ulaşabilirsiniz

Valizlerimizi bıraktıktan sonra günü değerlendirmek adına Obertraun'da yürüyüşe çıktık. Zaten ufak bir kasaba olduğundan uzun sürmedi yürüyüşümüz. Çok tatlı ve sakin bir yerdi. Saat 5'ten sonra neredeyse hiçbir yer açık değildi. 
Otelimizin hemen karşısındaki otelin -adı Seehotel am Hallstattersee- restoranında yemek yedik, çok başarılıydı. Ve dinlenmek için odamıza döndük.

Ertesi gün dillere destan Hallstatt! 


9 Haziran 2014 Pazartesi

Budapeşte'de 3 gün

Salzburg'tan erkenden yola çıktıktan sonra öğle saatlerine doğru Budapeşte'ye varıyoruz. Budapeşte'nin tren garı oldukça şehir merkezine yakın yine. Oradan otobüse atlayıp hostelimize ulaşıyoruz. Hostelimiz gerçekten mükemmeldi. Eğer bir hostel arıyorsanız burayı öneriyorum kesinlikle! Otelden farkı yoktu diyebilirim. İki odalı ensuite'de kaldı iki odanın sadece tuvaletleri ortak. Odalarsa tertemizdi. Sanırım yeni faaliyete geçen bir hostel. Aynı zamanda aşağıda bir de mutfak mevcut. Her türlü mutfak araç gereci bulunuyor. İsterseniz kahvaltı isterseniz akşam yemeği her türlü şeyi yapıp yiyebilirsiniz. Biz süt ve mısır gevreği alıp dolaba koymuştuk.. 

Hostelimiz: Maverick City Lodge


Eşyalarımızı bıraktıktan sonra yine zaman kaybetmeden küçük bir şehir turu atıyoruz. Hostel zaten alışveriş caddesine çok yakındı o yüzden ilk oraya gittik. Çok güzel bir kafede tatlı ve kahve keyfi yaptık. Anna Cafe'ye yolunuz düşerse uğramanızı öneririm!



                  Bu cadde uçsuz bucaksız. Bilindik markalardan hiç duymadığınız değişik markalara kadar her şeyi bulabilirsiniz. Aynı zamanda burada souvenir shop'lar da bulunuyor. Budapeşte tanıdıklarınıza hediye almak için ideal bir yer; çünkü çoğu şehre göre daha ucuz. O nedenle bu caddedeki pasaj tarzı yerlere girebilirsiniz. Oralarda bir çok hediyelik eşya mağazası olduğunu göreceksiniz. Caddeyi yürürken nehre ne kadar yakın olduğunuzu fark edeceksiniz. Kolayca nehir kenarına inebilirsiniz. Bir akşamınızı değerlendirmek için en güzel seçenek gemi turu. Kesinlikle yapmalısınız. İster gün batımında ister gece. Biz gece turu satın aldık ve şehrin gece manzarasını gördük. Nehir kenarından kalkan çok tur var ve fiyatları aldığınız pakete göre değişiyor. Bizim bindiğimiz tur Blue Danube adlı turdu ve kişi başı 5900 HUF ödedik yani yaklaşık 60tl'ydi. 1 saat sürüyor tur ve size kulaklıklar aracılığıyla bir çok dilde (Türkçe de dahil) şehirdeki önemli yerleri ve şehrin tarihi anlatılıyor. Şampanya ikramı da ayrı keyif veriyor! Bu keyfi tadmadan Budapeşte'den dönmeyin derim!



Bugünü böyle bitirdik. Ertesi gün ilk iş free walking tour'a katılmaktı. Budapeşte'de free walking tourlar hostellerin resepsiyonundan başlamıyor. Seçtiğiniz tur kategorisine göre belirli saatlerde şehrin belirli noktalarında buluşuluyor ve oradan hareket ediliyor. Ana olarak 4 çeşit walking tour var; Budapest Tour (genel şehir turu), Jewish Legacy (Yahudilerin tarihi), Red Budapest (Budapeşte'de Kommunizm), Bath&The City(Ünlü hamam ve şehir turu) ve Backpacker Pub Crawl (barları gezen tur). Biz yalnızca Budapeşte turuna katıldık vaktimiz olmadığından diğerlerine katılamadık; ancak uzun süre kalıyorsanız bunlara da katılmak iyi bir fikir olabilir. 

Tur St. Stephans Basilica'yla başladı. Şehrin en yüksek yapısı burası ve içinde Budapeşte kralının eli bulunuyormuş (the Holy Hand). 


Hemen karşısında da bir polis heykeli göreceksiniz. Bu heykelin komik tarafı bazı kısımlarının sararmış olması. Tur rehberimizin söylediğine göre bıyığını ya da göbeğini okşayan kişinin dileğinin gerçekleşeceğine inanılırmış.


Buradan devam ederek Erzsebet Ter (Elizabeth Meydanı)'e ulaşıyoruz. Bu kilit inancı tüm Avrupa'yı sarmış gibi sanki; çünkü burada da bir metal parçasına kilitlenmiş bir çok kilit gördük. 

Burada aynı zamanda 2013'te faaliyete geçmiş Budapest Eye'ı görebilirsiniz. Aynı zamanda bu bölge çok ünlü Budapeşte Festivali'nin yapıldığı bölge olarak biliniyor. Budapeşte festivalı Avrupa'nın en ucuz festivali ve Ağustosun 2. haftası gerçekleşiyor. Çoğu şehirden ve ülkeden Budapeşte'ye gelen oluyormuş o dönemde. Budapeşte dönme dolabı aynı zamanda en büyük taşınabilir dönme dolap olarak da ün salmış. Bizim ne yazık ki binme ve şehir manzarasını en tepesinden çekme imkanımız olmadı.. 


Yürüyerek nehir kenarına ulaşıyoruz ve burada sarı hat olarak bilinen Budapeşte'nin en eski tramvay hatlarından birini görüyoruz. Hala faaliyette ve tam nehir kenarından yol alıyor.

Daha sonra Peşte tarafını bırakıp Buda tarafına doğru aslanlı köprüden (Chain Bridge) doğru yolumuza devam ediyoruz. Köprülerde çok fazla gasp olayı olduğundan yürüyrek geçiyorsanız eşyalarınıza dikkat edin mutlaka. Rehberimiz özellikle uyardı bizi. 

Ayrıca bu köprünün bir de değişik hikayesi var. Bu köprüyü yapan mimar köprüde ufacık bir hata bile bulunursa intihar edeceğini iddia etmiş, kendine güveniyormuş. Ünlü mimarlar, bir çok insan incelemiş; ancak kimse köprüde hata bulamamış. Daha sonra köprüden geçen bir çocuk "Bu aslanların dili nerede?" diyince köprüdeki tek hata da bulunmuş ve mimarı intihar etmiş. Gerçekten bakarsanız aslanların dilsiz olduğunu göreceksiniz.

Buda tarafı Peşte'ye kıyasla daha tarihi ve sıkıcı taraf olarak biliniyor. Bu nedenle de kiraların ve ev fiyatlarının daha ucuz olduğunda bahsetti rehberimiz. İlk olarak yürüyerek Budapeşte Kalesi'ne ulaşıyoruz. Kale yolculuğu biraz tırmanışlı oluyor; ancak manzara bunu telafi ediyor. Şato gibi gözüken bir kale Budapeşte Kalesi. 

 Tuna Nehri'ni ve ihtişamlı Parlamento Binası'nı buradan görebilirsiniz.


Bunun dışında kalenin içerisinde çok fazla bir şey yok. Dikkati çeken bir de yanındaki Matthias Kilisesi. Çoğu düğünün burada yapıldığını öğreniyoruz. Kilise de kendine hayran bırakıyor.

Tur burada bitiyor. Kalenin yakınlarındaki bir restoranda Gulaş Çorbası içiyoruz. Bu da Budapeşte'de mutlaka yapılması gerekenlerden. 

Daha sonra internetten gördüğümüz bir hastane müzesini gezmeye gidiyoruz. Bu hastane II.Dünya Savaşı sıralarında yaralanan askerleri tedavi etmek amacıyla bir kayanın içine inşa edilmiş. Böylece bombalamalara maruz kalmadan varlığını koruyabilmiş. Savaş bittikten sonra uzun yıllar boyunca hastaneye bir aile bakmış ve çocuklarını dahi burada büyütmüşler; belki bir gün hastane tekrar faaliyete geçer diye. Bu nedenle şuanda orjinalliğini hala korumakta. 


Bu turdan sonra yürüyerek hostelimize geri dönüyoruz. Sahil kenarında güzel bir yürüyüş oluyor bu da.. Gün batımını köprüden seyrettik, çok keyifliydi!

Ertesi günümüzü şehrin turistik merkezine biraz uzakta kalan Budapeşte Hamamları'nı gezmeye ayırıyoruz. Hava çok sıcak olursa yanınızda mayonuzu da götürmenizi öneririm. Böylece içeri girip serinleyebilirsiniz. Biz sadece dışardan gördük. Çok kalabalıktı; ancak görebileceğiniz en büyük hamamdı diyebilirim. Dışardaki havuzu serinlemek amaçlı soğukmuş. Onun dışındaki tüm hamamlar sıcak.


Buradan yakındaki Kahramanlar Meydanı'na gidiyoruz. Budapeşte'nin simgesi haline gelmiş bu meydanı da görmeden olmazdı.

Bu kısmı gezdikten sonra Gül Baba Türbesine görelim dedik ve oraya doğru yola koyulduk. Gül Baba türbesi çok da turistik bir yer değil. Eğer vaktiniz yoksa listenizden çıkarabilirsiniz. Buda tarafından bulunuyor ve biraz sokak arasında. 


Gül Baba türbesinden sonra dönüşte Margaret Adasına uğradık. Otobüsle buraya gitmek oldukça kolay. Ancak çok yapılacak bir şey yok içinde. Büyük yeşilliklerin olduğu, insanların sıcak ve güneşli günlerde bikinileriyle uzanıp güneşlendiği ve kitap okuduğu bir yer.. Bisiklet sürerek huzurlu bir gün geçirmek veya piknik yapmak isterseniz ideal bir yer. Onun dışında görülecek pek bir şey yok. O nedenle biz oyalanmadan geri çıktık ve Parlamento Binası'na gidip önünden yürüdük. Yakından pek bir şey anlaşılmıyor. Uzaktan daha gösterişli olduğunu itiraf etmeliyim.

Parlamentonun biraz ilerisindeki ayakkabı heykeller beni çok etkiledi. Bu ayakkabılar II.Dünya Savaşı sırasında arkasından ateş edilerek öldürülmüş ve denize atılmış Yahudiler'i simgeliyor. Orada yetişkin ayakkabılarının yanı sıra çocuk ayakkabılarını da görünce yaşanılan acıyı çok derinden hissediyorsunuz..


Budapeşte'de yapamadığımıza en üzüldüğümüz şey Citadelle'ye çıkamayışımızdı. Vaktiniz olursa MUTLAKA çıkın. Zaten çoğu gezi blogunda veya tur sitelerinde önerildiğini göreceksiniz. Tepede bulunan Citadelle'ye kolayca toplu taşımayla ulaşabilirsiniz yakınına otobüsler gidiyor. Çok güzel bir manzarası var. Bir daha Budapeşte'ye yolumuz düşecek olursa eğer mutlaka çıkacağız.

Aynı zamanda Budapeşte'nin gece hayatını mutlaka görmelisiniz. Hostelimiz çoğu bara yakındı, hatta barlar sokağına yakındı. O nedenle her gece o kalabalığın içinden yürüyorduk. Çok yorulduğumuz için barlarda takılma fırsatımız olmadı. Sadece bir içki içebildik. Siz çok yorulmadığınız bi akşamı buna ayırabilirsiniz.. Budapeşte barlarıyla ve gece hayatıyla çok ünlü bir şehir. 

Biz Budapeşte'yi gezerken Budapeşte Card almadık. Daha çok müze gezmeyi seven insanlara yönelik bir kart. 8 adet müzeye bedava giriş imkanı, 2 adet bedava yürüme turu ve toplu taşıma da indirim imkanınız oluyor. İsterseniz bu kartı 24€ civarında bir fiyata alabilirsiniz.

Budapeşte turumuzu da burada bitirip ertesi gün artık özlediğimiz evimize dönüyoruz.. Gördüğümüz bu güzel şehirleri de hatıralarımızın en güzel yerine ekliyoruz..

3 Haziran 2014 Salı

Salzburg

Geri Attneng-Pucheim'a OBB Intercity ile dönüp oradan tekrar OBB'ye binip Salzburg'a doğru yola çıkıyoruz. Akşamüstü Salzburg'a varıyoruz ve hostelimize doğru yola koyuluyoruz. Tren garı şehir merkezine ve hostelimize yakın olduğundan yürüyerek hostelimize gidiyoruz. Burada "Yoho International Youth Hostel" de kaldık. Viyanadaki hostelimize göre daha az komforlu bir odada kaldık; çünkü yer kalmamıştı. Ancak merkezilik ve kahvaltı olarak güzel bir hosteldi. Salzburg'ta uzun kalınmayacaksa burası tercih edilebilir. 

Yine geç bir saatte geldiğimizden kısa bir akşam turu yaptık ve şehri gece tanıma imkanı bulduk. 








Akşam hostelin bize önerdiği Pasta&Vino adlı bir restoranda yemek yedik. İtalyan restoranıydı ve geç saatte açık olan tek yerlerdendi o yüzden burada yemek zorunda kaldık. Yemekleri güzeldi; ancak eminim daha güzel seçenekler de vardır.. İyice araştırın derim.












Salzburg'ta gezinti yapacaksanız eğer MUTLAKA Salzburg Card almanızı öneririm. Bu kart yaklaşık 10-13€. Neredeyse tüm müzelere giriş yapabiliyorsunuz ve aynı zamanda da bot turu da dahil. Biz sabah ilk iş hostelimizden bu kartı aldık .Daha sonra saraylara doyamadığımız için Mirabell Palace'a gittik. Buranın içine girip gezme imkanınız yok çünkü şuanki parlemento binası olarak kullanılıyor. Ancak dışarıdan görüp güzel bahçesinin gezebilirsiniz. 


Buradan sonra Mozart'ın doğduğu ve yaşadığı evi görmeye karar verdik. Salzburg'ta doğmuş, büuümüş ve eserler yazmış bu büyük sanatçının kemanının, piyanosunun sergilendiği ve yaşam öyküsünün anlatıldığı bu müzeleri mutlaka gezmenizi öneririm. Bu müzelere de diğerleri gibi Slazburg Card ile giriş yapabiliyorsunuz. Mozart'ın yaşadığı ev alışveriş caddesinde yer alıyor. Doğduğu ev ise köprünün diğer tarafında bulunmakta. İki müzede de farklı ve etkileyici şeyler göreceksiniz..

Sonraki durağımız Salzburg Kalesi oluyor. Yine tepede bulunan bu kaleye finüküler yardımıyla ulaşıyoruz. Salzburg Card ile yine buna da bedava binebilirsiniz. 


Kalenin içinde görülecek ya da gezilecek çok bir şey yok. Ancak mükemmel manzarası için mutlaka çıkmalısınız. 


Kaleye çıktığınızda zaten ilk göreceğiniz şey köşedeki masalarıyla mükemmel manzaraya sahip bir restoran olacak. Mutlaka kenarda oturup yemek yemenizi ya da bir şeyler içmenizi öneririz. Salzburg'un en keyifli anlarından biri...


Karşıya geçmişken Hellbrunn Palace'ı da görmeye gidelim diyoruz. Bunun için mutlaka toplu taşıma kullanmalısınız; çünkü saray biraz uzakta. Bu saray daha çok yazlık saray olarak kullanılıyormuş ve içinde gelen konukları eğlendirmek için çok şaşırtıcı su oyunları veya sadece su mekaniğiniyle çalışan tahta heykeller bulunuyor. Biraz ıslanabilirsiniz, ancak değişik bir izlenim olacağından eminim. Otobüs durağı hemen sarayın kapısında bırakıyor zaten kapıdan belirli saatlerde başlayan turlarla gezebilirsiniz. 


 Burada çok vakit harcamadan turdan sonra çıkıp otobüse binip merkeze geri dönüyoruz. Hava kararmadan kartımızı kullanarak son bot turuna biniyoruz ve Mozart'ın senfonileriyle nehirde tur yapıyoruz. Kaptan ve yardımcıları çok eğlenceli ve sempatiklerdi bu tura da katılmanızı şiddetle öneriyorum. Özellikle son bot turu gün batımına da yakın olduğundan çok güzel bir Salzburg manzarası görebilirsiniz.



Bottan indikten sonra köprüdeki kilitleri incelemeye koyuluyoruz. Paris'teki Pont Des Arts köprüsünü andıran bu  kilitli köprüden de fotoğraf çekmeden ayrılmadık tabii ki..








Artık yavaş yavaş hava kararmaya başladı ve biz de markete uğrayıp birer sandviç ve bira alıp nehir kenarındaki çimliklere kurulduk. Bu çimliklerde günbatımını izlemek mükemmel bir keyifti.. Hava güzelse ve tam bir piknik havası varsa yapmadan dönmeyin deriz!

Sonraki gün erkenden son durağımız Budapeşte'ye doğru yola çıkacağız!

2 Haziran 2014 Pazartesi

Hallstatt'ta Bir Gün

Bu Viyana-Salzburg-Budapeşte gezisini çoktan planladığım sırada bir arkadaşımın evinde bir puzzle olarak görüp "Aaa.. Burası neresi?" diye araştırmaya başlayıp, hayran kaldığım ve plana dahil ettiğim ölmeden önce görülmesi gereken yerlerin belki de en güzellerinden Hallstatt...

Küçük bir kasaba aslında burası, eskiden ulaşımın bile olmadığı... 
Yaz kış tüm fotoğraflarında insanı hayran bırakan mükemmel doğası ve hayran bırakan cennet görünüşüyle bu güzel kasaba şüphesiz ki bu seyahatimizin EN EN EN güzel durak noktası :)

Sabah erkenden kalkıp kaldığımız hostelden 09.00 civarı otobüse binmek için yola çıktık. (Önceden de bahsettiğim gibi biz Obertraun bölgesinde kaldık-size de şiddetle tavsiye ederim, hem valizlerle Hallstatta geçmek bir hayli zor olacağını düşünüp böyle yapmıştık.) Toplu taşıma süper, zaten bu bölge tamamen turistik. Gezilecek iki ayrı yer var aslında. Biri bölgenin en doruk noktasına ulaştığınız Five Fingers ve biri Hallstatt. Bizim sadece bir günümüz olduğu için Hallstatt'a vaktimiz yetti. Ancak iki gün ayırıp Five Fingers View Point'e de çıkmanızı öneririm. Zira benim aklımda kaldı... Keşke yetişebilseydik.


Otobüsümüz ile Hallstatt merkezine geldik. O kadar küçük bir yer ki bir köşesinden bir köşesine yürümemiz maksimum 20 dk'nızı alacaktır. Şelale seslerinin, güzel küçük ahşap evlerin ve kuş sesleri eşliğinde bu kısacık yolu bol bol fotoğraflayarak yürüdük.

 Yürürken “Kemik Evi” anlamına gelen Beinhaus'u görmeden geçmeyin, tahmin edebileceğiniz gibi kemiklerden inşa edilmiş bir evdi. Yıllar önce sınırlı mezar alanı sebebiyle ölüler geçici olarak gömülür, 10-15 yıl sonra kemikleri toplanıp güneşte beyazlamaları bırakılırmış. Ardından Beinhaus’ta dekoratif şekillerde sergilenirmiş. 70li yıllarda Katolik kilisesi ölülerin yakılmasını onayladıktan sonra bu uygulama durdurulmuş ancak girip fotoğraflayabilirsiniz.


Hallstätter gölünün güney-batı kıyısında yer alan kasaba tarih öncesi çağlardan kalma Dünya tarihinin en eski tuz madenine de ev sahipliği yapıyor. Tuz yıllarca bu bölge insanının geçim kaynağı olmakla kalmamış, ayrıca şu anda da aktif olarak işleyen bir maden olarak varlığını korumuş.Tuz madenine zaman ayırıp gezin. Biz bir tercih yaptık ve dağa çıkmaktansa bu tarihi madeni gezmeye karar verdik. Hemen kasabanın girişinde tuz madeninin gişelerini görebilirsiniz. Biz 26€'ya biletlerimizi aldıktan sonra finüküler ile madenin bulunduğu yüksekliğe çıktık. Buradan manzara çok hoş! (Salzwelten Hallstatt)


Madene çıkan yol biraz meşakkatli olsa da mükemmel bir manzaraya sahip. Güzel bir doğa yürüyüşü yapıp ormanın keyfini çıkarıyorsunuz. 


Madene vardığınızda madenin içindeki soğuktan korunmak için tıpkı bir madenci gibi giyinip, yaz-kış 5-7 derece olan madenin içinde tıpkı bir madenci gibi adım adım yol alıyorsunuz. Ortalama 1,5 saat süren bu serüven bizi çok etkiledi.. Özellikle madenin içindeki kayarak indiğimiz o anları bir daha yaşayacağımızı düşünmüyorum. 















Buradan çıktıktan sonra geldiğimiz yoldan geri yürüyerek finükülere ulaşıyoruz. Burada çok güzel bir manzaranın bulunduğu World Heritage View Point var. Herhangi bir ücret ödemeden eşsiz manzarayı seyredebilirsiniz.

Hemen arkamızda Obertraun bulunuyor. 

Ziyaret etmeden geçmeyin diyeceğimiz noktalardan biri Hallstatt! Hem güzel doğası hem de tarihi sizi bambaşka etkiliyor.. Otelimize dönüp eşyalarımızı aldıktan sonra trenle Salzburg'a doğru yola koyuluyoruz!

1 Haziran 2014 Pazar

Viyana-Obertraun (4.gün)

Seyahatimizin 4.günü biraz daha karma bir gün oldu. Öğleden sonra Obertraun denilen kasabaya doğru yol alacağımızdan Viyana'da son bir sabahımız kalmıştı sadece. Onu da Belvedere Sarayı'nı görerek geçirmek istedik. Sabah kahvaltıdan sonra yürüyerek Belvedere Sarayı'na gitmeye başladık. Giderken yolumuz üstünde Karls Kilisesi'ni gördük. Palmiyeleriyle değişik ve güzel bir kiliseydi. Burada güzel klasik müzik konserleri yapılıyormuş; ancak bizim bilgimiz olmadığından ve vaktimiz kalmadığından gidemedik.

Yolumuza devam ettik; ancak sizin aynı şeyi yapmanızı önermiyorum. Belvedere Sarayı çok da yakın değilmiş hostelimize o nedenle fazla yürüdük ve yorulduk. Mutlaka toplu taşıma kullanmanızı öneririm. Upper ve Lower olmak üzere iki kısımdan oluşuyor saray. Fotoğrafta gördüğünüz Upper Belvedere... Daha büyük olduğundan burayı tercih ettik. Schönbrunn gibi saray odalarını gezeceğimizi zannederken içeride yalnızca sergi olduğunu gördük. Hayalkırıklığı oldu ancak yine de güzeldi. Bu sergide Viyana'nın simgesi diyebileceğimiz Gustav Klimpt'in eserleri bulunmakta.
 
Gustav Klimpt-The Kiss

Vaktiniz varsa en azından dışarıdan görmek için uğramanızı öneririz. (Biletler 14 € civarındaydı ve yine öğrenci seçeneği mevcuttu)

Buradan sonra hostelimize geri döndük ve Hallstatt için ilk durağımız olan Obertraun'a doğru yola koyulduk. Hallstatt'a direkt giden tren bulamadık , o nedenle Obertraun'u tercih ettik. Burada bir gece konaklayıp Hallstatt'a geçebiliriz diye düşündük. 
Tavsiyem bizim yaptığımız gibi önce Westbahn ile Attneng Pucheim'a geçmeniz (20€), oradan da intercity OBB trenine binmeniz (13€). OBB kendi özel kartı mevcut olanlara daha ucuz. Biz bu kartı yalnızca Avusturya vatandaşlarına veriyorlar zannettik o nedenle almamıştık; ancak sonradan öğrendik ki bu kartı biz de 19€ ücret karşılığı alabiliyormuşuz ve %40lık indirimden faydalanabiliyormuşuz. Mutlaka alın; bizim gibi kazıklanmayın derim!
Güzel yeşilliklerin ve nefis doğal manzaralarla bir tren yolculuğu yapıyoruz. Tren yolculukları oldukça kolay ve komforlu geçiyor. Zaten küçük kasabalara trenden başka ulaşım da uzun sürüyor.

Obertraun'da oldukça uygun fiyata Hotel Seerose adlı bir yerde kaldık. Hostel değil otel olduğundan banyosu içerde iki kişilik odada kaldık. Sezon olarak yaz olmadığı için rahatlıkla yer bulduk; ancak yaz sezonunda daha erkenden rezervasyon yaptırmak gerekebileceğini söylediler. Otel sahipleri tarafından işletilen sempatik ve güzel bir oteldi. Kahvaltı dahildi ve çok memnun kaldık. Yalnızca işletenler güzel İngilizce konuşmadığından anlaşmak ya da turistik soru sormak biraz zor oluyordu. Ama imkansız değildi tabii ki.. Buradan otele ulaşabilirsiniz

Valizlerimizi bıraktıktan sonra günü değerlendirmek adına Obertraun'da yürüyüşe çıktık. Zaten ufak bir kasaba olduğundan uzun sürmedi yürüyüşümüz. Çok tatlı ve sakin bir yerdi. Saat 5'ten sonra neredeyse hiçbir yer açık değildi. 
Otelimizin hemen karşısındaki otelin -adı Seehotel am Hallstattersee- restoranında yemek yedik, çok başarılıydı. Ve dinlenmek için odamıza döndük.

Ertesi gün dillere destan Hallstatt!